3. Bölüm – Eski Düşmanlar, Yeni Tehditler
Kuzeyin gri sabahı, karla kaplı ormanların arasında doğarken soğuk ve ılık bir rüzgâr, sürgün topraklarını yalayıp geçiyordu. Güneşin varlığı sadece bir şekilde görülüyordu bu topraklarda ışık vardı, ama sıcaklık yoktu. Göl kenarındaki vadide, eski bir kale harabesinin içindeki taş binada Rheon, bir zamanların prensiyken bile tatmadığı bir huzurun içinde uyanmıştı. Yalnız, sessiz ve birinin hesabını saklamak zorunda.
Uyandığında gözler ilk olarak tavandaki küflenmiş taş kemerlere takılır. Duvarlara kazınmış eski yazıtlar oradaydı—bu yerin bir zamanlar başka bir lanetliyi ağırladığını fısıltı halinde görüyorlar. Rheon doğruldu, başlangıçtaki paslı zırh parçalarına ve göğsüne saran siyah kumaşa muayene edildi. Kendi yaptığı yeni bir savaş giysisiydi bu; kraliyetin simgelerini taşımazdı. Artık onun ait olduğu yer başka bir dünyaydı.
Aynaya bakıldığında, gözlerinin altında karanlık halkalar derinleşmiş, bakışları buz gibi bir biçimle dolmuştu. Ama en çok dikkat eden şey, sol gözünün çevresinde beliren ince siyah damarlar ve büyünün iziydi. Kara Gölge'nin büyüsü, onu içten içe tüketiyordu ama oradaydı dimdik ayaktaydı.
Dışarı çıktıktan sonra, çevresini temin eden sisin içinden birkaç kişi beliriverdi. Onları da bırakan unuttuğu, terk ettiği, dışladığı insanlardı. Eski paralı askerler, aforoz edilmiş büyücüler, kölelikten kaçanlar ve ölüme terk edilmiş askerler… hepsi Rheon'un çevresinde toplanmıştı. Ona "efendi" demiyorlardı, o da onlara "kul" demiyordu. Ortada bir yemin, bir bağlılık ya da bir vaatte bulunulmamıştı. Sadece… aynı kırılmışlığa sahip olanlar, birbirini bulmuştu.
Bir parça, kısa boylu, gözleri örtülü bir büyücüydü. Adı Talverion'du. Sessizce yaklaştı.
"Gece boyunca kuzey geçişinde bir hareket vardı" dedi. "Kralın adamları değil. Daha çok saraya sadık kalan eski birliğin artıkları gibi görünüyorlar. Arıyorlar..."
"Beni," dedi Rheon, kayıtsız bir sesle.
"Evet. Ya da burada kalanları."
Rheon'un gözü kapandı. Hafifçe iç geçirdi. Ardından gökyüzüne bakıldı. Kar, usul usul yağmaya başlamıştı. Her bir tanesi gibi düşleri de soğukta, hafif ve hiçliğe doğru ilerliyordu.
"Hazırlık yapın" dedi. "Ama çatışmaya girmeyin. Sadece izleyin."
Talverion başını koparır ve uzaklaşır.
Rheon yalnız kalınca, elinin göğsüne taşındı. Parmaklarının kalbinin altında vuruşlarını değil, büyünün soğuk titresini hissediyordu. Gözlerini kapattı, zihninin derinliklerine gömüldü. Orada bir zamanlar yanında yürüyen insanlar canlandı; çocukların, birlikte savaştığı süvariler, kardeşlerinin gölgesinde yetiştiği zamanlar... Ve en çok da Lira.
Prenses Lira.
Onu kurtarmak için yaptığı şey, bugün onu bir hain gibi gösteriyordu. Tarikatın ellerinden uzaklaşan kişi, şimdi sarayda onun en büyük düşmanı gibi susuyor, yüzünü bile ondan çeviriyordu. Oysa Rheon o karanlık gecede ne babasını ne yaptığını düşünmüştü. Sadece Lira'yı…
Ama artık hiçbir anlamı yoktu. Çünkü dünyada adalet yoktu. Sadece izlenilen görüntü, gerçekte yalan ve inandırılan hakikat vardı.
Karanlıkta bulunanların içinden bir çığlık sesi çıkarıp onu aldı. Vadinin aşağısından bir kaçış, ardından bir kılıç çınlaması geldi. Rheon bir an bekledi, ardından yayınlarıyla hareket etti. Ormanın yaklaştığında, üç yabancının bir adamının yere yatırdığını gördü. Onlardan biri, eski bir saray nişanı taşıyordu.
İzlemesi gerekliydi. Tarafsız kalması gerekiyordu.
Ama yapmadın.
Sessizce yürüdü. Kar çığlığına karışmıştı. Ve ardından tek bir hareketle, kılıcını çekti. Hiçbir söz söylemeden, hiçbir masraftan kaçınma... üç adam da gözlerden uzak olmaktan yere serdi.
İçlerinden biri, son nefesinde fısıldadı: "Sen... yaşıyorsun..."
Rheon'un ortamında bir ifade yoktu. Gözleri ölüydü. İçinde ne bir öfke çığlığı vardı, ne de zafer hissi. Sadece soğuk bir kayıtsızlık.
Arkasını geri döndü ve yürüdü. Arkasında cesetler, kralın emriyle değil, kendi kararlarıyla yere düştü. Ve bu görünümün görünümünden daha da büyük bir tehdit unsuruydu.
Ama önemli değil.
Çünkü Rheon'un artık bir yapısı yoktu. Sadece gölgelerin, acının ve yalanların içinden doğacak yeni bir gerçeklik vardı.
Ve gerçeklikte… kimse masum değildi.