Vaelir, gecenin karanlığında Solren halkının kutsal dairesinde diz çöküyordu.
Etrafında toplananlar sessizdi; tek ses, kase içindeki Thessvarin özünün ritmik parıltısıydı.
Kırmızıdan turuncuya, oradan beyaza dönen bir renk...
Ve Vaelir'in kalbinde bir şeyler uyanıyordu.
Damarlarında akan kan, sanki lavla yer değiştirmişti.
Ama yakmıyordu.
Isıtıyordu.
Ateşin özü ona yalnızca güç değil, bir yük vermişti.
Ertesi sabah, Solren halkı onun önünde toplandı.
Kabile lideri, yüksek kayalığın üzerinden Vaelir'e seslendi:
"Vaelir,
Arnak seni gördü ve seni yaktı.
Sen artık sadece ateş taşıyıcısı değil, bizim kardeşimizsin.
Bizimle kal.
Sana savaşçımızın onurunu verelim."
Kalabalık tezahüratla doldu.
Selka, bir adım geri çekilmiş ama başı dik bir şekilde duruyordu.
O gözlerle Vaelir'in kararını bekliyordu.
Vaelir sustu.
Sonra bir adım öne çıktı ve alçak ama kararlı bir sesle konuştu:
"Alevi taşıyorum, evet.
Ama benim savaşım burada değil.
Kardeşimi hâlâ karanlıkta görüyorum.
Ve onu bulmazsam bu alev sönmeye mahkûm."
Kabile sessizleşti.
Birkaç kişi başını eğdi.
Selka gözlerini kaçırmadı.
Yavaşça yaklaştı, kemik hançerlerinden birini Vaelir'e uzattı.
"Sen bir savaşçı değilsin.
Ama ateşi içinde taşıyan biri...
Nerede yürürse, orası savaş olur.
Bunu unutma."
Vaelir hançeri almadı.
Sadece başını eğdi.
"Seninle dövüştüğüm gece bana kardeşimin yüzünü hatırlattı.
O yüzden asla silahını taşımam.
Ama hatıranı taşıyacağım."
Birbirlerine bakarak başlarını eğdiler.
Son kez.
Ve Vaelir yürüdü.
Korvelthad... yolculuğunun başladığı yer.
Ama artık oraya bir adam değil, alevle mühürlenmiş bir taşıyıcı olarak dönecekti.
Elandra, onu ormanın kıyısında bekliyordu.
Gri pelerinini omzuna çekmiş, gözleri hâlâ gökyüzünü tarıyordu.
Vaelir'i görünce tebessüm etti.
"Sana demiştim.
Gri kıvılcımın alevi olacağını."
Vaelir, Elandra'ya doğru yürüdü.
Yüzünde ne gurur vardı ne de kibir...
Sadece yeni bir ağırlık.
"Alev içimde.
Ama henüz bilmiyorum nasıl kullanacağımı."
Elandra başını salladı.
"Çünkü ateş sadece yakmak değildir.
Bazen aydınlatır.
Bazen korkutur.
Bazen seni içeriden tüketir.
Şimdi sana bunu öğreteceğim."
Vaelir duraksadı.
"Neden?
Neden bana bu kadar yardım ediyorsun?"
Elandra gözlerini kaçırmadı.
Yanıtı sade ve keskindi:
"Çünkü senin yanışında...
Benim arınmam var."
Yola birlikte çıktılar.
Bu kez yalnız değillerdi.
Ve Vaelir'in içindeki alev, her adımda daha çok parlamaya başladı.
Vaelir, Elandra'nın rehberliğinde, Korvelthad'dan Denge Kıtası'na geçen gizli bir geçitten yürüdü.
Alev hâlâ ellerindeydi ama yetersizdi.
İki avcunun arasında dans eden kıvılcımlar sanki hâlâ tereddüt ediyordu.
Elandra bunu fark etmişti.
Ve onun için yeni bir yol çizmişti:
"Alev bir güç değil, bir dil.
Ama sen yalnızca kelimeleri fısıldıyorsun.
Onu haykırman gerek.
Bu yüzden seni Aetherion'a gönderiyorum."
Aetherion Akademisi, Denge Kıtası'nın kalbinde, gökyüzüne değen dört dağın arasında kurulmuştu.
Burası, efsanevi Dört Temel Meclisi tarafından yönetiliyordu:
Ateş, Su, Toprak ve Hava.
Ama zamanla akademi, diğer elementleri de kabul etmişti:
Kristal, Bitki, Kaya, Duman, Zehir, Metal.
Her öğrenci, doğduğu veya sonradan kazandığı elemente göre sınıflandırılıyordu.
Vaelir, ilk gününde yalnız hissediyordu.
Diğer öğrenciler ise güç saçıyordu.
İlk göz temasını, mavi ve siyah cübbeli bir öğrenciden aldı:
Kenerr Virell.
Suyu ellerinde bir sanat gibi döndürüyor, dalgalar gibi konuşuyordu.
Onun yanında ise, pürüzsüz kristallerle süslenmiş zarif bir kız duruyordu:
Lyssa Marenys.
Gözleri, bir taşa dokunmuş gibi keskin bakıyordu.
Vaelir'i görünce Kaelen gülümsedi ama bu dostluk değil, alaycılıktı.
"Hey, gri göz.
O paslı demirle mi büyü öğreneceksin?"
Kırık kılıcına işaret etti.
"Yoksa bu bir hatıra mı?
Belki de ağlayınca parlıyor."
Lyssa güldü.
Ama sesi yılan gibi süzüldü:
"Belki de sadece lavlar içinde yanıp biten bir eski moda romantizm.
Gerçek büyü burada yapılır, gri göz.
Parıltı yetmez."
Vaelir cevap vermedi.
Sadece yürüdü.
İlk dersi, Elementsel Temel İfade sınıfıydı.
Her öğrenci, elementini kontrol etme biçimini sergileyecekti.
Hava büyücüleri rüzgarla yükseldi, metal büyücüleri zırhlarını havada şekillendirdi.
Kristaller patladı, su göğe fışkırdı, ağaç kökleri sınıfı sardı.
Sıra Vaelir'e geldi.
Elleriyle odaklandı.
Nefesini tuttu.
Ve...
küçük bir kıvılcım avucunun ortasında belirdi.
Ama o kıvılcım sönmedi.
Yavaşça büyüdü.
Öğretmen başını salladı.
"Alev sende.
Ancak henüz ne istediğini bilmiyor."
O gün, Vaelir ilk kez hissetti:
Akademi göründüğü kadar aydınlık değildi.
Ama onun içindeki ateş...
Sönmeye de hiç niyetli değildi.
Aetherion Akademisi'nde ikinci haftaydı.
Vaelir'in ellerinden çıkan alevler artık bir kıvılcım olmaktan öteye geçmişti.
Ama hâlâ diğerlerinin yanında yetersiz görünüyordu.
Özellikle de büyük arenadaki gösterilerde.
Bir gün, kampüsün merkezindeki yıldırım kulelerinin gölgesinde otururken biri ona seslendi:
"Hey!
Dün tüm akademinin alay konusu olan çocuk değil misin?"
Vaelir dönüp baktı.
Sarı siyah renkte bir cübbe giymiş, saçları dağınık ama enerjik görünen biri duruyordu.
Gözlerinde rahat bir özgüven vardı kibir değil, alışkanlık.
"İsmim Reon.
Elektrik büyücüsü.
Merak etme, dalga geçmeye gelmedim.
Sadece senin gibi birini görmeyeli uzun zaman olmuştu."
Vaelir başını kaldırdı.
"Benim gibi biri mi?"
Reon omuz silkti.
"Akademide ne krallık torpillileri kaldı, ne de hayal kuranlar.
Ya güç için geliyorlar, ya mevki için.
Sen farklı bakıyorsun.
Gözlerin yorgun ama içinde bir sebep var."
Vaelir cevap vermedi ama gülümsedi.
Reon da oturdu.
İkili o gün uzun uzun konuştu.
Reon ona akademinin işleyişini anlattı:
"Aetherion paralı değil.
Ama bu, bedelsiz olduğu anlamına gelmez.
Her öğrenci, Denge Krallığı'nın verdiği görevleri almak zorunda.
Kolay işler: bir köyde yangın söndürmek, tarım alanlarına yardım etmek.
Zor görevler: kaçak büyücüleri yakalamak, başka kıtalarda element dengesini sağlamak.
Ne kadar zor, o kadar kredi.
Ne kadar kredi, o kadar güç.
İstiyorsan senato üyeliğine kadar çıkarsın.
Ama fiyatı var."
Vaelir başını salladı.
"Ben kredi toplamıyorum.
Savaş kazanmak için de burada değilim.
Birini bulmam gerekiyor.
Onu bulmazsam öğrendiğim her şey boş."
Reon bir süre sustu.
Sonra ciddi bir tonla konuştu:
"O zaman sen...
Gücün bedelini gerçekten ödemeyi seçmiş nadir kişilerdensin.
Belki bu yüzden seni sevdim, gri göz."
Günler geçtikçe, Vaelir derslere katıldı:
Ateş Manipülasyonu alevin formunu değiştirme, basınçla yönlendirme.
Elementsel Denge diğer büyü türleriyle uyum içinde hareket etme.
Ruhsal Odak alevi içsel duygularla kontrol etme.
Ellerinden artık küçük kıvılcımlar değil, sıcak spiraller çıkıyordu.
Bir keresinde derste bir taşı erittiğinde sınıf sessizleşti.
Öğretmeni ona baktı:
"Sende sadece alev yok. Amacı için yanan bir alev var."
Reon ile yakın arkadaş oldular.
Birlikte yemek yediler, bazen okul dışına kaçıp yıldırımlarla yarıştılar.
Reon'un büyüsü enerjikti ama kalbi şaşırtıcı şekilde sakin.
Vaelir'in ise büyüsü sakin ama kalbi yanıyordu.